20 Mar Bir Bilgelik Hikâyesi….
Paulo Coelho’dan Hayatımıza Işık Tutan Bir Bilgelik Hikâyesi
‘’Akra’da Bulunan El Yazması’’
Hiç bir dine mensup olmayan,sadece yaşadığı âna ve ‘’Moira’’ denilen bir Tanrı’ya inanan,yaşadığı yüzyıldan günümüze kadar gelen yazıtlardaki bilge sözlerin sahibi bir bilge,bir ermiş ‘’Kıpti.’’
Atina’dan ayrılıp, paranın ve maceranın peşine takılarak Kudüs’e kadar gelmiş,açlıktan perişan bir haldeyken şehrin ona kapılarını sonuna dek açması üzerine bu şehirde kalmaya karar vermiş Kıpti.Savaş meydanına toplanan halkla yaptığı konuşmanın ,soru-cevap şeklindeki münâzaranın yazılı kitâbelere geçirilmiş hâlini okuyoruz bu kitapta.
Kıpti’ye göre savaş zamanı yapılan bu konuşma,genel olarak mevcut durumun ortadan kaldırmasına değil,günlük hayattaki akışın düzenlemesine ve anlaşılmasına yönelik bir konuşma.Çünkü O’na göre iyi ve kötü yaşanacak ne varsa bir günlük zaman dilimi içerisinde karşımıza çıkar.Ve bu akış hep değişir.
Yarından itibaren ,şu anda etrafımızda gördüğümüz âhenk ,âhenksizliğe dönüşecek,barışın yerini savaş alacak ve bu ne zamana kadar sürecek,bilemiyoruz.
Etrafı bir sessizlik sardı, kimse orada ne yapacağımızı,ne için bulunduğumuzu kestiremiyordu.
Bir süre sessizliğin tadını çıkaran Kıpti,daha sonra sessizliğini bozarak konuşmaya başladı:
Şehrimizi talan edebilirler ama burada öğrendiklerimizi silemezler.Bu yüzden ilmimizin,bildiklerimizin evlerimizle,surlarımızla birlikte burada yok olup gitmesine izin veremeyiz.
Okuma yazma bilenler,bildiklerini yazarak,yazma bilmeyenler ise kulaktan kulağa sözle ileterek bildiklerini gelecek yüzyıllara aktaracaklar.
Ancak böyle yaparsanız Kudüs’ün ruhu bâki kalır,der Kıpti.
Ben burada gündelik yaşamda karşılaşacağımız güçlüklerden bahsedeceğim size,gerisini tarih yazacaktır ancak ve ancak.
Şimdi sırasıyla halkın sorduğu sorulara Kıpti’nin verdiği cevapları inceleyeceğiz,ve insanlığın varoluşundan beri,aslında tek bir döngünün,tek bir ilahi gerçekliğin etrafımızı sardığını hissedeceğiz.
Gerçek tektir aslında,sadece bizlerin algılayış ve yorumlayış çeşidi farklıdır.
’Bize yenilgiden bahset Kıpti..’’
Kışın soğuktan yere düşen bir yaprak,soğuğa mağlup sayılır mı ?
Bir dağa tırmanma çabasında olan bir sporcu,dağa tırmanma günü geldiğinde ,esen sert rüzgâra karşı direnemeyeceği için tırmanmaktan vazgeçerse,bu onun yenilgisi midir ?
Ya ilk aşkında hüsrana uğramış bir genç,aşktan tamamen vazgeçebilir ki?
Kıpti’ye göre doğada galibiyet ve mağlubiyet yoktur.Sadece devinim vardır.
Kaybettiğimizi sandığımız her şey,vakti zamanı gelince ait olduğu yere geri döner.
Önemli olan galibiyet ya da mağlubiyet değil,içimizdeki güce olan inancımızdır.
O inanç varsa,her şey yoluna girecektir.
Önemli olan,Tanrı’nın bize olanı gösteriş biçimini algılayabilmektir.
Sadece pes edenler mağlup olur,direnenler değil.
Kayıplarımız,elde edemediklerimiz bir sonraki olaya kadar bize bilgeliği öğretmekle görevlidirler aslında.
Mağluplar,başarısız olmayanlardır,der Kıpti.
Çünkü mağlubiyet,yeni bir mücadeleye giriştiğimizde son bulur.
Mağlubiyet,yürekliler içindir.Çünkü onlar kaybetmekten de kıvanç duyabilirler.
Yenilgiyi asla tatmayan insanlar mutlu ve huzurlu görünürler,ve elde etmek için en ufak bir çaba bile göstermedikleri bir hakikatin efendisi zannederler kendilerini,hepsi bu.
Asıl yenilmişlik,zafere duyulan itimatsızlıktır.Her yeniliş,yeni bir umudun ve toparlanmanın işaretçisidir aslında.
Sevgi’nin olmazsa olmazıdır yalnızlık.
Her insan bir içe dönüş yaşamalıdır,en güçlü karakterler,kendi içsel yolculuğunu başarıyla tamamlamış insanlardır.
Her insan,ruhunda keşfedilmeyi bekleyen sonsuz bir vaha bulabilir,eğer yeterince içine dönebilmişse.
İçimizde bulduğumuz zenginliklerdir bizi asıl ayakta tutan.
Hepimizin hayatımızda gerçekleştiremediğimiz umutlarımız,plânlarımız,tutkularımız mevcuttur.Kendi içsel yolculuğunu yapmış insanların ise özgürlüğü,gücü,cesareti keşfederek bu hayalleri uğruna yola çıkabilecek ve karşısına çıkabilecek her türlü zorluğa göğüs gerebilecek kudreti vardır.
Aslında hepimiz yalnızı bu dünyaya gelirken ve bu dünyadan giderken.
Yalnızlıktan korkmak,yeni bir dünya inşâ etmekten korkmak demektir aslında ,Kıpti’ye göre.
Ne kadar da doğru değil mi?Cesaretsizliklerle örülü bir kafeste yaşamaya devam etmek,kendi hayatımıza vurabileceğimiz en büyük darbedir.
Sevgi,İlahi varlığın,yalnızlıksa insanlığın özüdür.
Bunu keşfedebilen bir insan ikisini birbiriyle harmanlayarak, uyumlu ve huzurlu bir şekilde hayatına devam eder.
HİÇ BİR İŞE YARAMIYORUM…
Savaşa katılamayacağını öğrenen bir delikanlı Kıpti’ye işte böyle seslendi.
Sevgisine karşılık bulamayan insan,sevgim karşılık bulmuyor diye üzülebilir,ama gerçek sevgi er ya da geç karşılığını bulacak,kendisini hissettirecektir.
Aynı şekilde,yeteneğinin keşfedilemediğini öne süren bir başka insan da,eğer yeterince azimle ve istekle çalışırsa,günün birinde hak ettiği başarıya kavuşacaktır.
Önemli olan elimizden geleni yapmak,yani’’Sunu’’yu gerçekleştirmektir.
Herhangi bir Irmağa sorun: Hep aynı yöne akmaktan sıkıldığın,kendini faydasız ,işe yaramaz hissettiğin olmuyor mu ?
Ben bir Irmağım ve benim görevim işe yaramak değil, akmak,der Irmak.
Güzel bir çiçeğin amacı da güzel görünmektir,ve kendisi gibi benzer çiçekler yaratmak,çoğalmaktan ziyâde.
İşe yaramaya çalışma,kendin olman yeterli,der Kıpti.
Ruhun,sana gitmen gereken yolu kendisi söyleyecektir zaten.
Belki sadece içten bir gülümsemeyle bir insanın hayatını aydınlatacak,ona moral vereceksindir.Sadece kendin ol,olduğun gibi davran,gerisini hayata bırak.
Olman gereken yerde ve zamandasın sen zaten.
HAYATIMI DEĞİŞTİRMEKTEN HEP KORKTUM…
Hayatımızı değiştirmekten korkarız,çünkü elde ettiğimiz ve alıştığımız hayata sıkıca sarılmışızdır,orada güvenli olduğumuza inanırız.
Düş kurmak hepimizi mutlu eder,içinde bulunduğumuz hayattan daha farklı,daha güzel dünyalar hayal ederiz,o anda mutlu olduğumuzu hissederiz.İş gerçekten değiştirmeye geldiğinde ise cesaretimiz kırılır,korkarız.
Oysa doğru yol,doğanın yoludur.Bize değiş diyen yoldur.
Dağların değişmediğini ,hep aynı kaldığını iddia edebiliriz,oysa gerçek çok farklıdır.Dağ,her gün az da olsa değişime uğrar.Rüzgârla,yağmurla,depremle,üzerine açılan yollarla ,zaman içerisinde hep değişmektedir.Dış görünüşü sizi yanıltmasın.
Doğa bize ;’’Değiş’’,der.
Değişebilmek için gizemi sevmek gerekir.
Gizemi seversek daha cesur oluruz,daha yenilikçi oluruz.
Adımlarımızı daha kuvvetli basabiliriz böylelikle.
Eğer attığımız adım bize mutluluk veriyorsa,o yol doğru yoldur zaten.
Olacaklardan korkmamak gerekir, çünkü bizler bir güç tarafından hep korunuyoruz zaten.Cesaretle adım atabilmeliyiz bu yüzden.
Maceraya atılmak yerine ,cesaretsiz ama monoton bir hayatı seçenler,vaktinden önce ölürler.
Ruhları çürür çünkü.
Kıpti’ye göre,’’Önemli olan iç güzelliğidir’’ inanışı yanlıştır.Çünkü kişi,içindeki güzelliği bakışıyla,duruşuyla,zerafetiyle dışarıya yansıtan bir aynadır.Dış güzellik,iç güzelliğin görünen kısmıdır.
Gözler ruhun aynasıdır ve gözler ışıldıyorsa eğer, insan güzel görünebilir ancak.
Kıyafet,saç,makyaj sadece süsüdür kişinin.
Güzellik yaratılan her şeyde mevcuttur,ama insanlar ne hoşsun denilen kişilere özendikleri,onlar gibi olmaya çalıştıkları için İlâhi Güç’ten uzaklaşmaya başlarlar.
Olmadıkları birisi gibi görünmeye çalışmak önce kendine ihânet etmek anlamına gelir.
Her canlı,aslını yansıtabildiği ölçüde güzeldir,Kıpti’ye göre.
Bi yılanı gördüğümüzde,’’Ben dimdik ayaktayım ama bu hayvan yerlerde sürünüyor,demeyiz.Onun ne kadar tehlikeli,ya da güçlü bir hayvan olduğunu düşünürüz.
Bize çölleri,vahaalrı aştıran deve için,ne yamuk yumuk,eğri büğrü hayvan demeyiz.
Ne kadar güçlü,ne kadar faydalı bir hayvan bu deve deriz.Onu yaptığı iş ile överiz.
Sevgi kapımı çalmadığına göre,ben güzel biri değilim diyenler de çok yanlış yargıdadırlar.
Sevgi sadece özgürlük ister,tamamlanmak ister.
Eğer siz sevgiye hazır değilseniz,kapınızı çalsa da ,asla onu kucaklayamazsınız ki?
HANGİ YÖNE GİTMELİYİM ?
Yaşam da tıpkı Güneş gibidir,her yöne ışığını yayar.
İçimizdeki arzuları,hayalleri ve tutkuları gerçekliğe kavuşturabilmek için doğru zamanda adım atmayı bilmeliyiz.
İçimizdeki ışığı yakmazsak,hiç bir isteğimize kavuşamayız çünkü.
Gereksinimimiz olan kutsal ateş,içimizdeki şevkte saklıdır.
İnsanlar amaçlarıyla bağlantı kurabildiklerinde sezgilerinden,o bağlantıyı kuramadıklarında ise disiplinlerden,kurallardan faydalanırlar.
İçlerindeki ilahi sesi ve sezgiyi dinleyen insanlar,dışarıdan bakıldığında hayalperest,ya da deli olarak adlandırılırlar.
Oysa ki içindeki ışığı takip etmeyenler asla hedeflerine ulaşamazlar.
Sezgileriyle yola çıkan,içindeki rehberliği dinleyen kişinin yolu dertsiz,yükü ise hafif olur.
Çünkü hayatın gizemini yakalamış ve çözmeye başlamıştır.
SEVGİ, BENİMLE ASLA KONUŞMAK İSTEMİYOR…
Bu cümle karşısında Kıpti şöyle der :
‘’Sevginin söylediklerine kulak vermemiz için,onun yanımıza yaklaşmasına izin vermeliyiz.’’
İnsanlar aslında sevginin yanlarına yaklaşmasından biraz da korkarlar,çünkü sevgi,itâat etmeyi sevmez,özgürlükçüdür.
İrademizin altına girmekten asla hoşlanmaz.
Sevginin değiştirici ve iyileştirici gücü vardır.
Sevgi inançtan oluşmuş bir sistemdir aslında.
Sevgi , asla karşılık beklememelidir.Bunu bekleyerek sevenler daima düş kırıklığına uğramaya mâhkumdurlar.
Sevgi,karşıtlıklarla ve anlaşmazlıklarla beslenir ve büyür.
İnsan karşısındakini böylelikle keşfeder çünkü.
Yaşamın en büyük amacı sevmektir,Tanrı’nın özü de sevgiden ibarettir.
Sevgi,kaybetmeyi göze alan bir davranış biçimidir.Sevip de kaybetmiş olmak,hiç sevmemekten daha iyidir.
Sevgi bizi özgür ve cesur kılar.
Sevgi,bir yönden buluta da benzer.
Gökyüzüne yükselir ve bir süre uzaktan bakar bize,ama zamanı gelince yağmur damlası olup,yeryüzüne geri iner ve aramıza karışır.
Yani,dönüşür…
Sevgi,biz onu yaşayana dek sadece bir sözcükten ibarettir,ama onunla karşılaşınca gerçeğe dönüşür.
Asla pes etme,sevgin mutlaka ama mutlaka sana geri dönecektir.
NEDEN YAŞAMIMIZ KADERİMİZİ BELİRLEMEYE GİRİŞİR?
Kalabalık içerisinden bir delikanlı,söylenenlere karşı çıktı :
’Sözlerin çok hoş ama ,önümüzde çok fazla seçenek yok,yaşamımız ve halkımız çoktan kaderimizi belirlemeye girişmişler!’’
Kıpti,şöyle cevap verdi :
Savaş arifesinde bize bir fayda sağlamayabilir ama,bir kenara yazıp saklarsanız,Kudüs’te nasıl yaşamış olduğumuzu öğrenebilirler.’’
Kıpti’ye gö re yaşadığımız her ân,yeniden başlayabiliriz.
Zamanı geri çevirme imkânımız yoktur,ama ilerideki zamana gidebiliriz.
Bugünü,yaşamımızın ilk günüymüşçesine geçirebiliriz.
Eğer dikkatli gözlerle ve anlayarak bakmaya başlarsak, gündelik hayatta bize rutin ve çok bilindik olarak görünen her olayı daha derinden irdeleyebiliriz.
Detayların göz alıcılığını böylelikle fark edebiliriz.
Herkese ve her şeye,ilk kez görüyormuşçasına bakarsam,detaylardaki derin farklılıkları görebilir ve yeniden anlamlandırabilirim.
Tanıdık bir köye farklı yollardan gitmek,her gün giydiğim ayakkabının bağcığına bile daha dikkatli bakmak..Olağan şeyleri,olağandışı hissetmeme yol açacaktır.
Böylelikle hayattan daha farklı tatlar alabilirim.
İnsanlar yüzüme hayretle bakarken,ben gülümsemeye devam edeceğim,bana deli demeleri umurumda bile değil.
Ben sıradan şeylerdeki fevkâladeliklerin peşindeyim.
Kıpti’nin söylevlerinden bu sonuçları çıkarabiliriz hepimiz.
CİNSELLİK NEDİR?
Kalabalıklar arasından bir tüccar eşi olan bayan seslendi :
-Bize cinsellikten söz et..
Kıpti anlatmaya başlar :
Bedenlerle sınırlı kalan bir cinsellik sadece hazdan ibarettir.
Oysa cinsellik iki bedenin ve ruhun birleşmesinden doğmalıdır.
Çünkü teslimiyet ,sana güveniyorum demektir.
Ancak bedenen ve ruhen bir birleşme yaşarsak sonsuz bir doyuma ve mutluluğa kanat açabiliriz.
Eksiksiz sevgiye ulaşmanın yolu bundan geçer.
Gerçek sevgiden meydana gelen hazların dünyasında her şey ebedidir,sonsuzdur.
Eşlerden birisi diğerine kendisini tamamen teslim ettiğinde,bu cesareti doğurur.Karşısındaki eşi de ona böyle cesaretle yaklaşacaktır çünkü.
Yüzyıllarca yıl önce söylenmiş bu sözler,nasıl da bugünümüze ışık tutuyor ,değil mi?
Gerçekten de sonsuz mutluluğun ve huzurun yolu güvenmekten ve cesaretten geçmez mi ?
HAYATTA KALANLAR ÇOCUKLARINA NE ÖĞÜT VERMELİ ?
Dünya’ya yalnız geldik ve yalnız gideceğiz.
Ama yaşarken de diğer insanlara güvenmeli,inanmalı,onlara olan inancımızı artırmalıyız.
Birlikte büyüdüğümüz insanlara,bizi eğiten,bize hayatı öğreten insanlara saygı duymalıyız.
Her nesil,kendisinden sonra gelen nesile bir şeyler öğretmelidir,bildiklerini miras bırakmalıdır.
Toplumsal yaşayışı idame ettirebilmenin anahtarı budur.
Bildiklerini paylaşmayan ve öğretmeyen insanlar ,kendilerini de keşfedemezler aslında,eksikliklerini,zaaflarını,mutluluklarını…
Kıpti bu bölümde toplumsal yaşayışta,bireysel ilişkilerde nasıl bir yol almak gerektiğini ayrıntılarıyla gözler önüne sermektedir.
Özellikle Dostluk kavramı üzerine yoğunlaşmıştır.
Mutlu günlerinizde yanınızda bulunan kişilerle dost olun der Kıpti,zira onlar sizin mutluluğunuzla mutlu olmayı bilirler ve bununla gurur duyarlar.
İncinmekten korkmayan kişilerle dost olun der,zira onlar kendilerindeki eksikliklerin farkındadırlar ve bunun olgunluğuyla yüceleşmişlerdir.
Açmak istedikleri tek kapı yüreğinin kapısı olan insanlarla dost ol,zira onlar sen izin vermedikçe ruhunu zorlamayacak,izinsiz girmeye çalışmayacaklardır.
Daha da ileriye gitmek isteyenlerle dostluk kur,zira onlar dama bilinen ufukalrın ilerisine gitmek gerektiğinin farkındadırlar,kâşiftirler.Ve her ne olursa olsun,yüreğinin ışığını her gün yeniden Dünya’ya aç.
Kör değillerse,senin saçtığın pırıltıları göreceklerdir.
ZERAFET NEDİR?
Zerafet insanların dış görünüşüyle ve de kıyafetiyle ölçülen bir değer değildir asla.
Sadece ruhun dışarıdan görülebilen bir parçasıdır.
Zerafet,abartısız ve süssüz bir dış görünüşten geçer.
Kar,tek renkte olduğu için güzel görünür mesela.
Kırdaki çiçekler,bir dokuma tezgâhından çıkmamıştır asla.
Sadece kendisini yansıtır,olduğu gibidir.
Deniz,dümdüz bir satıhı olduğu için böylesine huzur verir ve güzel görünür.
Gönül,sadeliğe yaklaştıkça yasak tanımadan ve krmadan sevebilir.
Sadelik varoluşundan ötürü zariftir.
KIPTİ BİR BİLGEDİR.
Kalabalıklardan bir adam böyle seslendi :
‘’Kıpti bilge bir adam,böyle süslü ve özenli cümleler kurmayı iyi öğrenmiş,o bu işlerle meşgulken,biz ailemizi geçindirmek için savaş veriyorduk,ekmek kavgasındaydık.’’
Kıpti cevap verir :
‘’Tatlı laflar şairlere mahsustur.’’
İki tür iş vardır oysa :
Birincisi,zorunluluktan doğan,evi ve aileyi geçindirmeye yönelik günlük işler.
Bu tür işlerde insanlar zamanlaını kaybederler ve asla onu geriye alamazlar.
Tüm ömürleri boyunca çalışır didinir,ömürlerinin sonuna yaklaştıklarında ise,hayatın nimetlerinden ve güzelliklerinden yeterince faydalanamadıklarından yakınırlar.
Bir de ikinci tür iş vardır :
Bu tür işe Sunu adını veririz.
Yaptığı işe sevgisini,emeğini ve ruhunu katan kişilerdir bunlar.
Aynı yemeği,aynı malzemeyle yapan iki kişiyi düşünün.
Birisi yemeğine sevgisini de katsın,diğeri sadece malzemeyi kullansın.
Her ne kadar sevgi,elle tutulur,gözle görülür bir şey olmasa da,tüm hayata tat katan sadece odur.
İşte tüm fark buradadır
Aslında herkes yaptığı işle bir bütünü tamamlar.
Çoban olmasaydı,şair açlıktan ölebilirdi
Aynı şekilde de şair olmasaydı,çoban üzüntüden ölebilirdi
Sunu sayesinde ,başkalarının seni sevmesine neden olursun.
Başkalarını sevmeyi de,onların sana sundukları sayesinde öğrenebilirsin.
PEKİ NEDEN KİMİ İNSANLAR ÖTEKİLERDEN DAHA BAŞARILI ?
Kıpti cevap verir :
Başkalarının ne düşündüğü,ne söylediği seni ilgilendirmemelidir,gerçek başarı,senin toprağa ektiğin tohumun filizlenmesidir.
Yola çıktığında,takip ettiğin disiplin seni yormaya ve tökezletmeye başlarsa,durup dinlenmeli,soluklanmalı ve daha sonra gücünü toparlayıp yeniden yola çıkmalısın.
Yolundaki engeller senin soluklanma durağın olabilir sadece.
Kapıyı çalana,er geç kapı açılır.
Yardım isteyene de elbet yardım edilir.
Elbette ki bir hedefin olmalıdır,ama hedefine doğru yol alırken arada sırada durup manzaranın da tadını çıkarabilmelisin.
Zamana hükmetmeye çalışma,diktiğin meyveleri zamanından önce toplarsan,olgunlaşmamış,ham meyvelere sahip olabilirsin ancak.
Fırından henüz çıkmamış buğdaya ekmek demek mümkün müdür ?
Genizden çıkmamış sesler,şiir sayılabilir mi?
Sunu’nu başkalarına gösterme vaktin geldiğinde,tüm gözler hayranlıkla sana çevrilecektir.
O zamana dek sabretmeli ve yolunda ilerlemelisin.
Gerçek başarı nedir biliyor musunuz ?
Her gece başınızı yastığa koyduğunuzda huzurla uyuyabimektir.
MUCİZE NEDİR?
Mucize,kalplerimizi ansızın sevgiyle dolduran bir güçtür.
Kıpti burada,gündelik hayatımızıa kendimizi kaptırmadan,gerçekleşen olaylara dikkatimizi yöneltmemiz gerektiğinden bahsediyor.
Hüzünlüyken gözlerimiz etrafa daha dikkatli bakmalı diyor. Çiçeklerin açmasını,yıldızların gökte parlamasını asla göz ardı etmemeliyiz.
Tüm endişe ve korkularımza rağmen hayatımıza devam etmeliyiz,ve gerçekleri çıplak gözle irdelemeliyiz.
Gerçek bilgelik aldığımız cevaplarda değil,sorduğumuz sorularda saklıdır.
Asla bildiğimiz şeylerin esiri olmamalıyız,hayatı keşfetmeye devam etmeliyiz.
Ve Tanrı’ya seslenmeliyiz : ‘’Ey Tanrım,dün gösterdiğin mucizeleri,bugün de göster’’
Kıpti der ki, Hiçbir gün birbirinin aynı değildir,yeter ki siz gözlerinizi açın,dikkatle bakın,fark edin,hissedin.
Her an bir mucizeye tanık olabilir, Tanrı’nın ve Evren’in sevgisini içinizde hissedebilirsiniz.
NEDEN ENDİŞE İÇİNDE YAŞIYORUZ ?
Endişe çok olağan bir histir aslında.
Hayatın gidişatına kuşku ve şüphe duymak,sormak,sorgulamak en doğal içgüdümüzdür.
İçinde bulunduğumuz anda,birisiyle ilişki kurduğumuzda,doğal olarak bir beklenti içerisindeyiz zaten.
Endişe de sevginin bir parçasıdır.
Endişe,insanla birlikte doğar ve bir ömür ona eşlik eder.Onunla başa çıkamayız,bu yüzden onunla yaşamayı öğrenmeliyiz.
Fakat endişe,insanların gözüne perde indirir,gerçekleri bulanık bir şekilde görmemize neden olur.
Endişe de doğal olarak kuşkuyu doğuracaktır,ki insanlar için de bu en tehlikelisidir.
Bu tür durumlarla karşılaştığımızda yapmamız gerekn Tanrı’nın gücüne ve bizimle birlikte olduğuna inanmak,ve ona sığınmaktır.
Bilmeliyiz ki, İlahi Güç bizi hep korur ve daima bizimle beraberdir.
Aşırı tedbirin ruhları çürüttüğünü ,özgürlüğünü kısıtladığını asla aklımızdan çıkarmamalıyız.Sevgi cesaret ister.Sevgi diyorum,çünkü Evren’in yörüngesidir sevgi.
Bunu unutmazsak,içimizdeki şüpheyi daha kolay yok edebiliriz,etkisini görmezden gelebiliriz.
GELECEK BİZİM İÇİN NELER HAZIRLIYOR?
İstenmeyen ile karşılaşacağız en nihayetinde.
Onunla buluştuğumuzda kendimize soracağımız ilk soru,acaba gerçekten sevdim mi,olacaktır.
Çünkü Tanrının bizi sevebilmesi için bizim de gerçek sevgiyi tatmış olmamız gerekmektedir.
Tanrının özü sevgidir,bunu her fırsatta hatırlamalıyız.
İnsna ruhuna hükmeden dört elementten bahseder Kıpti;
Sevgi,Ölüm,Güç ve Zaman.
Rüyamızı,ruhumuzun derinliklerinde bulunan arzuları oraya koyan İlahi Güç’tür.
Ve Tanrı der ki,Sevgini gezdiğin tarlalara,çayırlara,cadeelere,sokaklara,kısacası bulunduğun ve geçtiğin her yere cömertçe saç,savur.
Senin sevgin anlaşılmayı değil,paylaşılmayı,açık edilmeyi istemektedir.
Sevgini yakınındaki ve uzağındaki herkese ,ama herkese ver.
Sev,bunun faydası en çok sana dokunacak.Gelecekte nelere sahip olacağın,nelere kavuşacağını senin sevgi kapasiten belirleyecektir.
Sevgi,hayatın temelidir.
SADAKAT NEDİR ?
Sadakat,kıymetli vazolarla dolu dükkânda,vazoların kırılma tehlikesini ve gerçeğini göze almak gibidir.
Şöyle ki;Geri gelen sevgliye şüpheyle bakamayız,çünkü sadakat ona her adımda eşlik etmiştir.
Evden ayrılan bir evlat,yolculuğunu tamamlayıp,bilgi ve beceri birikimine sahip olup,yaşamı deneyimleyip gerçek yuvasına geri dönmüştür.
Dün savaş meydanında düşmanımız olan bir kişi,bugün dostumuz olabilir,çünkü savaş bitmiş,her şey eski haline gelmiş,hayat devam etmektedir.
Sadakatten anlamamız gereken de budur.Ders almak,kabullenmek,kucak açmak…
BİZE HER ŞEYİ KAYBETTİĞİMİZDE KULLANMAMIZ GEREKEN SİLAHLARDAN BAHSET ..
Sadakatin olduğu yerde silahlar hükümsüzdür,der Kıpti.
Kimi zaman bilgeler savaşçıları,kimi zaman da savaşçılar bilgeleri alt eder.
Bu durumu sonlandıracak tek şey,insanların birbirlerine hoşgörüyle ve sevgiyle yaklaşmasıdır.
Sevginin en büyük güçlerinden birisidir affetme ve böyle anlarda çok önemlidir.
Kişi kendisine sormalıdır,bu nefreti,yüreğimde taşıyıp kendime yük etmeye değer mi?Ne kazanabilirim ki ben bu şekilde?
Gerçek kahraman büyük işler yapan değil,küçük işler sonucunda saygı ve sadakat sahibi olan kişidir.Ve ne kadar da doğrudur.
Gerçek sevgili,benimle her an birlikte ol,benimle ilgilen demez,karşısındakine özgürlüğünü vermesini,ve onu beklemesini bilir.
Gerçek dost da size kırılmaz,bugün beni üzdün,kırdın ama ben hep senin yanındayım ve sana her daim güvenmeye devam edeceğim ,der.
Sadakat zorlayarak,dikte ederek kazanılmaz.
Sadece güçlü ruhlarda bulunan bir özelliktir sadakat.
Bir seçimdir,bir tercihtir .
Dolayısı ile de dayatmaya gelmez.
DÜŞMANLARIMIZ KİM ?
Hepimiz Ebedi Ruh’un yarattığı varlıklarız ve yüz yüze gelmemiz gereken şeylerle defalarca karşılaşmak durumunda kalırız.
Savaşçının kaderi,savaşmaktır,mücadele vermektir ve kendisini buna adamalıdır.
Çünkü görevi budur.
Savaşın dışında da gerçek düşmanlarımız olacaktır.
En zorlu düşmanımız,en çok korktuğumuzdur ama.
Hainler,iftiracılar,bizleri tehdit eden en kötü düşmanlardır.
Bizlere düşen,karşısında güçlü ruhları görmeye dayanamayan insanlardan uzak durmaktır,çünkü bu kişiler çok tehlikelidirler.
Esas düşman kılıcını sallayarak üzerimize gelen değil,hançerini arkasında saklayarak sinsice bize yaklaşan kişidir.En tehlikeli düşman türüdür bu.
Sen yine de,adaletli olmaya çalış,hayatın boyunca.Nefrete nefretle karşılık verme.
İnsanlar güçlüler ve zayıflar olmak üzere ikiye ayrılırlar aslında.
Senin asıl düşmanların,cesaretini sınamak için yaratılmış rakiplerin değildir.
Sen,zayıflığını sınamak için yaratılmış olan korkaklardan uzak durmalısın kesinlikle.
Kıpti,meydanda kendisini dinleyen üç din adamına ekleyecekleri bir şeyin olup olmadığını sordu.
Onlar da evet,var anlamında başlarını salladılar.
Haham söze başladı :
Büyük bir din âlimi,Yahudilerin her zulüm gördüğüne şahit olduğunda,ormana gider bir ateş yakar ve Tanrıdan mucize istermiş.
Tanrı da onun dileğini yerine getirirmiş.
Derken bir gün öğrencilerinden birisi de ormana gidip Tanrıya yakarmış :
Ben kutsal ateşi yakmayı bilmiyorum ama o duayı biliyorum,lütfen bana yardım et demiş.
Tanrı onun dileğini de gerçekleştirmiş.
Başka bir nesilde,başka bir haham yine zulüm karşısında dua etmek için ormana gitmiş ve yakarmış :
Ben ne kutsal ateşi ne de duayı bilmiyorum ama ormandaki yeri biliyorum,lütfen yardım et Tanrım demiş.
Onun dileği de kabul olmuş.
Aradan yine yıllar geçmiş,Haham İsrail tekerlekli sandalyede oturmaktayken Tanrıya seslenmiş :
Ben ne kutsal ateşi yakmayı biliyorum ne d eo romana gidebilirim.Elimden gelen tek şey sana yalvarmak,yakarmak demiş.Ve mucize yine gerçekleşmiş.
Öyle ise siz de bu akşam burada konuşulanları başka insanlara aktarın.
Yine rivâyet olunur ki; Adamın birisi bedevi dostunun kapısını çalar ,ondan dört bin dinar ister,Dostu,evdeki tüm parasını denkleştirip kendisine verir ama yine de yetişmez parası.
Bunun üzerine sokağa çıkıp eksik kalan parayı toplar ve arkadaşına teslim eder.
Adam gittikten sonra bir kenara oturup ağlamaya başlar,eşi de sorar,sen şimdi konu komşuya bıorcumuzu nasıl ödeyeceğiz diye mi ağlıyorsun?
Adam,hayır,der.Ben dostum bu haldeyken onun ihtiyacını fark edemediğim için ağlıyorum.
Öyleyse siz de bu akşam burada olanları elinizden geldiğince anlatın,başkalarıyla paylaşın.
İmamın konuşması bitince Papaz söze girişir :
Vaktiyle bir çiftçi tohum ekmek için evden ayrılır,fakat tohumlar yolda yerlere saçılır.
Kuşlar gökten inip tohumları yemeğe başlar.
Tohumun biri taşocağında yere düşer,toprak orada derin olmadığı için çabucak yeşerir ve filizlenir.
Başka bir tohum dikenliklerin içine düşer fakat gelişip büyüyemez,dikenler arasında kalır.
Diğer bir kısım ise verimli bir araziye düşer ve meyve verir.
Bire yüz,bire üç yüz çoğalır ve bereketlenir.
İşte bu yüzden tohumlarınız gittiğiniz her yere serpin,hangisinin ne zaman büyüyüp serpileceğini bilemezsiniz.
Gece karanlık çöker ve Kıpti insanlara evlerine gitmelerini yazma bilenlerin bu duyduklarını yazıya geçirmelerini ,bilmeyenlerin ise gördükleri,duyduklarını başka insanlara anlatmalarını ister.
Bu sözlere kulak veren kişiler gerçek dünyayı ve hayatın gizemini çözecektir,perdeyi yırtıp atacaklardır,bunu başaramayanlar ise zaten kaybedeceklerdir.
Yolunuz açık olsun…
Akra’da bulunan el yazması,doğduğu yüzyıldan bugünlere dek nesillerden nesillere aktarılarak gelen bir bilgelik kitabıdır.
Paulo Coelho güçlü kalemi ve derin bilgeliği ile bir kez daha kelimelerinin gücünü konuşturmuş,günümüz modern toplumlarına bir ışık ve bir ayna tutmuştur.
Işık,hepimizin kalbinde var olan bir güçtür,Ayna ise yaşadıklarımız,yaşattıklarımız.
Ve Paulo Coelho,bir kez daha bizlere bilgeliğin,farkındalığın yolunu açmıştır.
Hayatlarımızın içine sızarak,hâkikate ışık tutarak.
Paulo Coelho